Artık denize uzanan o sırt yok,
meşelerin de izi kalmadı;
Meşe parkede iyi oluyor,
öyle ama yok -
Kulübeden koca koca
fedailer çıktı,
Ve tüm meşeleri tabut
yapmak için kestiler...
Tavuk ayağında yükselen
evlerde oturmak bir harika,
Ama ortaya herkesi korkutan
Vertoprah çıktı.
Bir yiğitti o -
cadıyı sarhoş etti,
Kahramanca savaştı -
evi yaktı...
Bir sakinleş hele, sakinleş,
ey kaygılı göğsüm,
Bu sadece kısa öykü,
asıl hikaye daha sonra...
Orada gerçekten de bir kedi dolaşır,
sağa gider türkü çağırır,
Sola gidince -
fıkra anlatır.
Ama o köpoğlu bilge, altın
zinciri yabancılara sattı,
Parasıyla ise tek başına
doğru dükkana yollandı...
Tanrı’nın bahşettiği yeteneğiyle
bir gün ücretini aldı,
Denizin kenarındaki o sırtta,
güneşten kavrulmuş bir hektar alan;
Ama vurgunu da yedi, Tanrı’nın
gazabından korunmak için
O kedi, Tatarlar hakkında
hatıra anlatıyor.
Bir sakinleş hele, sakinleş,
ey kaygılı göğsüm,
Bu sadece kısa öykü,
asıl hikaye daha sonra...
Otuz üç cengaver
düşündüler ki, boşuna
Çarı ve denizi
korumuşlar;
Her biri biraz toprak edindi,
tavuk besledi ve içinde oturdu,
Uzaktan toprak
hisselerini koruyarak...
Dayıları yeşil meşeyi lime lime
edip bir güzel kesti,
Etrafındakilere ise kendini kaba
ve aptal biri olarak gösterdi,
Ve onların o denizden gelen dayıları,
her gün söylendi,
Moskova’ya yakın
bir araziye sahip olsa bile...
Bir sakinleş hele, sakinleş,
ey kaygılı göğsüm,
Bu sadece kısa öykü,
asıl hikaye daha sonra...
Denizkızı ise, işe bak,
masumiyetini çok koruyamadı,
Sonra da günün birinde,
bir çocuk doğurdu;
O otuz üç adam
oğlanı tanımak istemedi,
Varsın çocuğa bölüğün
oğlanı desinler...
Birinde de bir büyücü - yalancı,
boşboğaz ve kahkahacı,
Kadınların halinden iyi anlayan
bir bilge edasıyla teklifte bulundu:
"Denizkızı, halini anlıyorum
ve evladınla seni kendime alıyorum",
Sonra da kız, hapse
girercesine ona vardı...
Bir sakinleş hele, sakinleş,
ey kaygılı göğsüm,
Bu sadece kısa öykü,
asıl hikaye daha sonra...
Sakallı Çernomor1,
o sırtın ilk hırsızı,
Çoktan Ludmila’yı2
kaçırdı, ah, kurnaz!
Harami, uçabilmenin avantajını
ne de güzel kullanıyor,
Azıcık esnesen -
birden tüyer.
Halı uçağı geçen
yıl müzeye verdi,
Meraklı millet nasıl
olsa bir şekilde gider.
Eski kafalı ihtiyatsızca kadın çalıyor -
ister ağla, ister sızla,
Ah, bir an evvel
ona inme insin!
Bir sakinleş hele, sakinleş,
ey kaygılı göğsüm,
Bu sadece kısa öykü,
asıl hikaye daha sonra...
Güç yok, takat yok -
ağaç cini nedense pek içmedi,
Eşine vurdu
ve homurdandı:
"Bir ruble ver, yoksa dayağı yersin,
evin reisi benim, kim sanıyorsun?!
Vermezsen, gider iskarpelayı satar,
kafa çekerim!"
"Çalı meyvelerini ben getirmedim mi?!" -
ağaç cini yeniden söylendi,-
"Peki kilo kilo
kabukları!..
Çalıştım didindim uzaklarda,
hep sen rahat et diye,
Sense bir rubleyi benden esirgiyorsun,
ah sen, yaprak biti!"
Bir sakinleş hele, sakinleş,
ey kaygılı göğsüm,
Bu sadece kısa öykü,
asıl hikaye daha sonra...
Ne görülmemiş hayvancıklar
ne de yaratıklar kaldı,
Hepsini avcılar
halletti.
Anlaşılan o ki, saklısı gizlisi yok -
denize uzanan o sırt artık yok,
Ve şairin bütün yazdıkları
da - saçmalık...
Bir sakinleş hele, sakinleş,
ruhumu yaralama,
Bu kısa öykü ise,
işimiz duman.
|