Tüm savaş sargılar altında, gönlüm hep eve aktı, Tepem atmış olsa da, fena savaşmadım. O ise - pek bir acele etti, bir seferinde ise sıyrılamadı. Ve savaşın içinde öne-arkaya gitti-geldi, altı üstü - iki yıl kalmıştı. (Bin dokuz yüz) kırk üç yılının1 baharında nabzı atmaz oldu, Ben ise savaş öncesindeki düşlere bürünmüştüm. Bakıyorum da, çıldırarak, nefesim kesiliyor... O daha iyiydi, daha iyi kalpliydi, benimse şansım yaver gitmişti. Koynunda yaşamamıştım, çay bile içmemiştim yaratanla, Ne cephe gerisine heveslenmiştim, ne de kaderin eteği altına, Ama kadınlar beni karşıladıklarında, sükût içinde ima ettiler: "Orada kalan sen olsaydın, belki benimki geri gelirdi". Pek de garip gelmiyor bana, hüzünlü soruları - Şeker şerbet değil ki bana, onların onmayışı. Cevap olarak diyebildim: "Sağ salimim, özür dilerim! Kazara geri geldim, geldim, sizinki gelemedi". Son bir kereliğine haykırmıştı, uçağın içinde yanarken: -Sen hayatta kal, ulaşabilirsin! - sözleri işitildi uğultuların arasında. Tanrı’nın hemen altında uçuyorduk, tam da cennet civarında - Birazcık daha yukarı çekti kendini, oraya yerleşti, bense yeryüzüne ulaşabildim. Cennet havalimanı tatsız tuzsuz karşıladı pilotu. Yüzükoyun uzandı... Apalayamadı, Uyudu - uyanamadı... Bir türküye başladı - bitiremedi, Ve işte ben, - geri geldim - geldim... O gelemedi. Onların gözünde ilanihaye suçluyum, Ki onlarla bugün onurumla karşılaşmak isterdim. Sonuna kadar hayatta kalarak uçmuş olsak da, Anılar can yakıyor ve vicdanı olanlara, vicdanları azap veriyor. Birileri cimrice ve net bir şekilde saatlerini saymıştı Kısa hayatlarımızın, betondan şeritler gibi. Birileri onların üstünde parçalandı, birileri onların üzerinden sonsuzluğa havalandı... Bense yere inebildim, yere inebildim - işte bütün müşkülat bu.
1 Bin dokuz yüz.
 
© Hüseyin Avni Dağlı. Çeviri, 2012